önceki gün kadıköy'ü kapkara bulutların sarmış olmasından anlamalıydık. o günün akşamı herkes evlerine, hiçbir olmamış gibi gitti. herkes birer nadir sarıbacak rolüyle, gece çok geç olmadan yataklarına girmişti. ertesi sabah, daha ezan okunmadan, gün ağarmadan uyanan birçok müşahit gibi ben de sıkı sıkı giyindim. okulların çarşamba gününden bu yana ısıtılmamış olduğunu twitter'dan seçim güvenliği için takip ettiğim bir hesaptan öğrenmiştim. sabahın o kör vaktinde evden çıktım, daha önce yürüyerek hiç gitmediğim yerlerden, kafamda binbir korkuyla geçtim. paranoyak olmama ramak kalmıştı. benzin istasyonunun önünde bekleyen doğan'ın bizim partinin mi olduğunu bilmeden yanaştım, içerde konuşulanları dinleyince emin olup içeri girdim. iki kişi kendi aralarında gmail hesabı açmaya çalışıyordu ve içlerinden biri şifre olarak üç tane 65 koymayı öneriyordu. ben, havanın da soğukluğundan iyice pusmuş, ellerimi kaba etlerimin altına sokmuştum. arada bir birileri geliyor, diğerlerine selam veriyor ve hunharca sigara tüttürüyorlardı. ben sigara içmiyordum ve içerdekilerden biri (üç defa 65'i öneren) dışardakilere özenip sigara yaktı. işten ben o zaman mağlubiyeti kabullenmiştim.
nihayet ay gidiyordu. saatler güneşi geriden takip ediyordu. kısa bir yolculuktan okulun demir perdeyi andıran kapısının önündeydik. buz gibi kapıyı elimi dokundurmadan içeri girdim. okul bahçesinde vişne suyumuzla geceden çocukların gözü önünde bim'den alınan malzemelerden yapılmış sandviçleri yedik kahvaltı niyetine. sınıflara geçmeye hazırdık. bana üzeri doldurulmak üzere boş bir müşahit kartı verildi, üzerine fazladan altı sıfır atmak istedim, olmadı. kendi ismimi, daha da kötüsü kimlikte yazılan haliyle yazmak zorunda kaldım. işte durum 2-0'dı.
sınıfa geçtim, ne yapacağımı hiç bilmiyordum. okul sorumlusunun benden tek istediği sayım sonunda tutanağın ıslak imzalı haliydi ve ona daha 10 saat vardı. yavaş yavaş sandığı kurduk, pusulaları ve zarfları saydık. herkes yerini aldı, ben ayakta kaldım. gittim, çarşamba gününden beri ısıtılmayan sınıfın yeni yeni yanan kaloriferine yaslandım. sınıf yavaş yavaş ısınıyordu. akp'lisi, chp'lisi, mhp'lisi, saadet'lisi ve ben hazırdık. ilk oyu kullanmaya geleni alkışladık, bunu niye yaptığımızı anlamadım ama ben de gayri ihtiyari koalisyona dahil olmuştum.
ben oyumu burda kullanamayacaktım. takım farka gidiyordu ve hocanın beni değiştirmeye niyeti yoktu, ben sahalara ilk defa çıkmıştım ve sakatlanan bir oyuncunun yerine oyuna girmiştim. bütün imza atılacak yerlere onun adını siliyor, kendi adımı yazıyordum.
sınıf iyice ısınmıştı, herkes partisini o kadar iyi temsil ediyordu ki milletvekillerine gerek yoktu. partilerin kendi içindeki ittifakları sandık başında da kendini belli ediyordu. şöyle ki; akp'den orta yaş üstü, erken emekli olmaya çalışan okul aile birliği başkanı bir kadın, yine aynı yaşlarda, kastamonu'lu olduğunu düşündüğüm ampul sarısı yüzüyle tam bir eyüp sakini abi ve mete'nin torunlarından olduğu bıraktığı bıyıklarından anlaşılan ve meksika'da bile olsa mhp'li olduğunu iddia edebileceğim biri. mhp bıyıklı akp'li içerde çok durmadı, sadece arada gözdağı verir gibi bakışlar atıp çıkıyordu; rus tipi, gogol'ün paltosundan hallice kaputuyla. mhp'li olan ise fareler ve insanlar'daki rolüyle gönlümün oscarını kazanan lennie gibiydi. herkesle çok iyi anlaşan, bizi habire doyuran (anlaşılan parti onu iyi besliyordu) mülayim, şebelek yüzlü bir abiydi. chp'den iki kişi vardı, samsun'dan bile bakılsa kemalist olduğu anlaşılan bir cumhuriyet moderni kadın ve bir erkek. yılmaz odabaşı'nınki gibi bir hayatım ve imkanlarım olsaydı onlara karşı çok daha güzel bakacaktım ancak maalesef geçmiş peşimi bırakmıyordu. diğerlerine kıyasla en kibar ve medeni insanlar onlardı. biraz daha beraber kalsak beşiktaş'a taşınıp hakkâri'deki kardeş okullara kitap topluyor olabilirdim. saadet'li abi de tüm gün en çok yorulan, en çok didinen abi oldu. nusaybin'den midyat'a giderken ipekyolu'nda önceden simsarlar dururdu, otobüs bekleyenlere yardım eder, eşyalarını taşır, şoförden para alırlardı. bu abi de aynı o şekilde kapının önünde bekler, yaşlıların ellerinden tutar, sandığa oy kullandırtmaya getirirdi. bizim sandık da giriş katında olduğu için bütün yaşlıların sandığı burdaydı. yaş ortalaması 60+ olduğuna yemin edebilirim. ve son olarak da ben, hdp'nin profiline uygun. istanbul'a sonradan gelen, kırmızı pantolon giyen, kadınların ve lgbti bireylerin haklarını savunan (sosyoloji masteri ve t*rk sevgili haricinde, rojesir'e selam) biriydim.
sandık başkanı ve memure hanım devleti temsilen bizimle beraber duruyorlardı ve bilin bakalım ikisi nereliydi. başkan sivas'lı (mhp'li aynı zamanda) memure hanım ise erzurum'lu (seher abla'ya da selam, onu ayakta erkeklere bi şeyler anlatan haliyle hatırlayacam mehmet balık'ın pamuk tarlası gören damında) tipik bir devlet memuruydu. benden çekiniyorlardı, itiraz hakkımı pervasızca kullanabileceğimi biliyorlardı.
saatler her ne kadar da geri kalsa da vakit yaklaşıyordu. son oyları da kullandırıp imzaları saymaya başladık. kimse kimseye kolay kolay güvenmediği için imzaları ben saydım, sesli ve herkesin görebileceği bir şekilde: 279. sonra zarfları saydık: 279. sayı tutuyordu. sonra zarfları açıp pusulaları (kimin hangi partiye verdiğini) saymaya başladık:
vatan partisi: 4
chp: 117
saadet: 3
mhp: 29
hdp: 9
bbp: 2
akp: 112
geçersiz: 3 (bilinç düzeyi yüksek bir seçmen kitlesi) olmak üzere toplam 279 oy kullanılmıştı. 91 kişi oy kullanmamıştı.
sandık başkanı ilk defa bu işi yaptığını söylüyordu, memure hanım ise daha önce de yaptığı için tecrübeli görünüyordu. artık gün sonundaki en önemli olaya gelmiş bulunuyorduk; bu sayıların tutanaklara geçirilmesi. başkan hepimizin teyit ettiği sayıları kağıtlara geçirmeye başladı ancak daha ilk elden faul yapmıştı; chp yerine hakpar'a oy yazmıştı. neyse onu düzelttik, fotokopisini çektik, herkese ıslak imzalı birer tutanak verildi, ben biri orjinal olmak üzere iki tane aldım. birini daha sonra okul sorumlusu abinin uyarısıyla geri verdim. oyları ilçe seçim kuruluna kim götürecekti; tabi ki ben. çuvalı sırtladım. başkanın da gelmesi gerekiyordu, yoksa pek gelmeye niyeti yoktu. neyse atladık polis arabasına. ilçe seçim kurulu önü iş bulma kurumu gibi kalabalıktı, herkes sırtlarında çuvallarla sıra bekliyordu. biz de sıraya girdik, bi şey olacağı yoktu ama olsun. akp'li olduğunu tahmin ettiğim genç bir kadın sırayı bozmaya çalıştı, hanımefendi ben akp'nin müşahidiyim, önüme geçemezsiniz deyip turollemeye çalıştım, gülerek yüzüme bakıp ben de ak partiliyim dedi. çekinmese bana sarılacaktı. hdp %3 almış dedi, hadi canim dedi. desene 3-0 yenildik dedim. efendim, anlamadım dedi. yok yok size demedim, bir arkadaşla iddiaya girmiştim de onun için şey'ettim dedim. zekeriya kapan'a ve ercan kesal abi'ye de selamlar. hepinizi çok seviyorum, teşekkürler isveç 😊